Ruanda,4 1890’da Ruanda, Brundi ile birlikte Alman İmparatorluğu’nun sömürgesiydi. I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan antlaşmalardan olan Versay Antlaşması ile Ruanda ve Brundi, Belçika’nın mandater yönetimine geçti.
Tarım toplumu olan Ruanda’da Tutsiler ve Hutular yaşamaktaydı. Tutsiler azınlıktakydı. Ancak Belçika, Ruanda’nın yönetiminde Tutsileri söz sahibi olarak belirlemişti. (Kurtuluş, 2001: 34) Çünkü Belçika, Tutsiler ırksal özellikler bakımından daha üstün gördüler. Tutsiler açık renkli, uzun boylu, löşeli ve zayıf yüzleri ile Avrupalılar tarafından siyah Aryenler olarak,
4 Ruanda’da soykırım suçunun işlenmesine giden süreç için bkz.: http://www.africa-union.
org/Official_ documents/reports/report_rwanda_geocide.pdf.
Hutulardan daha asil bulundular. Hutular, kısa boylu, kaslı ve koyu renkliydiler.
1926 yılında Belçika, Ruanda’da ‘etnik tanıtım kartı’ uygulaması başlattı.
Böylece bu kart üzerinden kimin Tutsi, kimin Hutu olduğu anlaşılabilecekti.
1994’te bu kabile kartları, öldürülecek hazır listelere dönüştü.
1957 yılında Hutuların özgürlüğü için Hutu Partisi kuruldu. Parti, Tutsi monarşisinde yaşayan Hutular için eşitlik mücadelesi verecekti. Tutsi monark 1959 yılında öldüğünde, Hutular, Belçika destekli Tutsi yönetimine isyan ettiler.
İç savaş sonucu 20 bin Tutsi öldürüldü, birçok Tutsi komşu ülkelere kaçtı. 1962 yılında 200 binden fazla Tutsi komşu ülkelerde bulunmaktaydı. 1962 yılında Ruanda Belçika’dan bağımsızlığını kazandı. Bağımsız Ruanda’nın ilk Hükûmeti milliyetçi Hutular tarafından kuruldu. Hutu Partisi iktidar olmuştu. 1963’te Tutsiler, Ruanda Ordusuna saldırılar düzenlediler. Hutu iktidarı cevap olarak çok sayıda Tutsi katletti. Bu, daha fazla sayıda Tutsi’nin mültecileşmesini doğurdu.
Ruanda’da Tutsiler ve Hutuların arasındaki eşitsizlik, yüzyıllardır sürmekteydi. Tutsiler, sayıca az olmalarına rağmen, yönetimi uzun yıllar ellerinde bulundurmuşlardı. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Hutular ise siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak hep aşağıda kalmıştılar. Böylece Hutular ve Tutsiler arasında sert etnik kabuklar oluşmuştu. Ortak dili konuşuyor olmak, bu kabukları kırmıyordu. Kuşkusuz bunda sömürgeci uygulamaların etkisi belirleyici idi. Nitekim Belçika, Hutuları yerli ve Tutsileri ise yabancı olarak tanımladı. Bu sınıflandırma, Tutsileri ayrıcalıklı kılıyordu. Sömürge döneminde, Hutular, yönetimden, din adamlığından uzak tutuldular. Bu ise, onların, Tutsileri, iş birlikçi görmelerini perçinledi.
1963-1967 yılları arasında Tutsiler, Ruanda’ya dönüş teşebbüslerinde bulundular. Ancak Hutu yönetimi, Tutsi karşıtı programlar uygulamaya başladı.
Tutsiler, üniversiteler ve kamu kurumlarından atıldılar. 1973 yılında general Habyarimana kansız bir darbe ile iktidarı ele geçirdi. Hutu diktatörlüğüne yöneldi. Kamu kurumlarında Tutsilere etnik kota uyguladı. Bu kotaya göre mevcut işlerde % 9 oranında Tutsi çalışabilecekti. Hutular tamamen Ruanda’nın kontrolünü ele geçirmişlerdi. 1988 yılında, Tutsiler ve ılımlı Hutular, Ugan’da da ‘Ruanda Yurtsever Cephesini’ kurdular. (Prunier, 1997: 24) Hutu Hükûmeti ajanlık sistemi ihdas etti. (Gourevitch, 1999: 36) Hutulu ajanlar, siyasi görüşleri anlamak için toplum arasına karışıyorlardı. Tutuların ve Hutu karşıtlarının hareketleri rapor ediliyordu. Ajanlık sistemi, ‘daha çok rapor, daha çok terfi’
üzerine kurulmuştu. Pek çok Hutu, ajan olmaya gönüllüydü.
1991’de sekiz milyondan fazla nüfusa sahip olan Ruanda’da nüfusun % 95’i kırsal kesimde yaşıyordu. 1994’te ülkenin etnik yapısı, yaklaşık % 85 Hutu, % 14 Tutsi ve % 1 oranında da Pigmelerden oluşuyordu. Hutular ve Tutsiler, aynı kültür ve aynı soydan gelen anlamındaki ‘Kinyarwanda’ denilen ortak lisanı konuşuyorlardı. Hutular ve Tutsiler arasında evliliklere rastlanıyordu. Bu evlilikten doğan çocuklara ‘Hutsi’ deniliyordu. Hutsiler, Hutu veya Tutsi olarak
davranabilirlerdi. Hutuların Tutsileri katletmeleri sırasında, Tutsi olarak davranmayı seçenler, öldürülen Hutsiler oldular. Ancak Hutu olmayı seçsen Hutsiler öldürülmekten kurtuldular. (Önder, 2004: 19) Ruanda Ordusu silah desteğini Mısır ve Güney Afrika’dan sağlıyordu. Ruanda ordusunda ‘başkanlık muhafızları’ ve ‘elit grup’ önemliydi. Başkanlık muhafızları iktidarı koruyorlardı. Elit grubun ana görevi ise milisleri güçlendirmek ve Tutsilerin infazında bu güçlere yardım etmekti. Hutu diktatörlüğü tarafından organize edilen katliamlarda, elit grup, mahalli halka öncülük etmiş, halkı pala, kılıç, av tüfeği, el bombası ve mayın ile silahlandırmıştı.
Ruanda Yurtsever Cephesi, kurulduktan hemen sonra, Uganda üzerinden Ruanda’ya saldırılara başladı. Bunun üzerine Ruanda’da Tutsiler tutuklandı, öldürüldü. İç savaş başlamıştı. İki yıl süren iç savaş sonunda, Kasım 1990’da Ruanda Yurtsever Cephe ile Ruanda Hutu Hükûmeti arasında ateşkes yapıldı.
Ateşkesin izlenmesini Afrika Birliği Örgütü üstlendi. Ancak karşılıklı öldürmeler devam etti. Tekrar karşılıklı ateşkes ilan edildi ve iki taraf da Birleşmiş Milletler’den Ruanda’ya gözlemci gönderilmesini istedi.
Tanzanya’nın başkenti Aruşa’da barış görüşmeleri başladı. Ancak bu barış görüşmeleri Hutu Partisi’ndeki aşırıların hoşuna gitmiyordu, Tutsilerle egemenliklerini paylaşmak istemiyorlardı.
1993 Şubat’ında Ruanda Yurtsever Cephe, başkent Kigali dışında Ruanda’nın önemli bir bölümünü kontrol altında tutuyordu. 1993 Ağustos’unda Habyarimana, Hutular ve Tutsiler arasında egemenliğin paylaşımını kabul etti ve barış antlaşması Aruşa’da imzalandı. Anlaşmada çok partili rejime geçişte, geçici ama geniş tabanlı, Tutsileri de içine alan bir hükûmet kurulması öngörülmüştü. Daha sonra seçimlere gidilecekti. Yine anlaşma gereğince Ruanda Yurtsever Cephesi ile Ruanda Ordusu birleştirilecekti, ayrıca Birleşmiş Milletler’den barışın korunması için askerî personel göndermesi istenecekti.
Yıllarca komşu ülkelerde mülteci olan Tutsiler Ruanda’ya dönebileceklerdi.
Hutu partisi içindeki aşırılar, bu antlaşmanın imzalanmasını istemiyorlardı.
Düşündüler ve antlaşmanın imzalanmasını engellemek için Tutsileri yok etmeyi tek çıkar yol gördüler. Ruanda’ya BM Barış Gücü, Ekim 1993’te geldi ve 22 Haziran 1994 tarihine kadar görev yaptı.
Radyo Ruanda, Tutsilere yönelik nefret propagandası içeren yayınlarını artırdı. Bu arada Ruanda Ordusu özel kuvvetlerini katliam görevleri için eğitiyordu. 1993’ün sonunda aşırı Hutular, ılımlı Hutuları Hükûmet’ten tasfiye ettiler. Hatta bazılarını katlettiler. Böylece geniş tabanlı Hükûmet’e darbe yapılmıştı. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, 1994 Ocağında Birleşmiş Milletler’in, ılımlı Hutular ile Tutsilere dair, aşırı Hutuların elinde ölüm listeleri olduğunu bilmeleridir. BM, bilmesine rağmen harekete geçmemeyi tercih etmiştir. Habyarimana 1993 Nisanında aşırı Hutu liderler tarafından öldürüldü.
Habyarimana’nın içinde bulunduğu uçak Ruanda Ordusu tarafından bir roketle vurulmuştu. Başkent Kigali’de katliamlar başladı. Hutulu milis güçler, ellerinde ölüm listeleri ile, örgütlü bir şekilde, ev ev gezip Tutsi aradılar, bulduklarını
öldürdüler. Katliamlar Kigali ile sınırlı değildi. Ajan Sistemi ile elde edilmiş olan raporlara dayanarak, aşırı Hutulara muhalefet etmiş olan herkes Ruanda’nın her yerinde öldürüldü.
6 Nisan 1994 tarihindeki uçak düşürülmesi hadisesi ile başlayan katliamlarda, 100 gün içinde, 800 binden fazla insan katledildi. (Uvin, 2001:
75-76) Birleşmiş Milletler Barış Gücü, tüm bu olup bitenlere seyirci kaldı.
Zaten katliamın başladığı ilk haftanın sonunda uluslararası topluluk temsilcilerinin hemen hemen tümü Ruanda’yı terk ettiler. (Kurtuluş, 2001: 45) Günlük ölüm oranı, Nazi ölüm kamplarının en az beş katıydı. 100 gün içinde Ruanda’daki Tutsi nüfusu % 50 oranında yani yarı yarıya azaldı. Aşırı Hutu liderler, belki katliamın ilk haftasında kınanmış olsalardı veya durdurulmaya çalışsalardı, böyle bir vahşet yaşanmayacaktı. Ancak uluslararası toplum katliamlara sessiz kaldı. Bu sessizlik, Hutulu liderler tarafından katliamlara devam etmek için bir imkân olarak görüldü. Ruanda’nın en hücra köşesine kadar, Tutsiler aranıyorlar, bulundukları yerde öldürülüyorlardı. Eski Yugoslavya’da dört yılda olan olaylar, Ruanda’da üç ayda gerçekleşmişti.
Bu üç aylık vahşet döneminde, Tutsilerin kaçabilecekleri güvenli bölgeler yoktu. Kiliseler, okullar, hastaneler, milis güçler için ilk saldırılan yerlerdi. Pek çok Tutsi bu binalarda katledildi. Daha ötesi, milis güçler, Tutsi aileleri birbirlerini öldürmeye zorluyorlardı. Ruanda Yurtsever Cephesi, Tutsilerin öldürülmesini durdurmak ve Kigali’deki güçlerini kurtarmak için Kigali’ye saldırdı. Ruanda Yurtsever Cephesi Kigali’ye ancak 4 Temmuz 1994 tarihinde girebildi. Kigali’yi ele geçirdikten sonra 19 Temmuz 1994 tarihinde Ulusal Birlik Hükûmeti’ni kurdu. Bu Hükûmet Hutu ve Tutsilerden oluşuyordu. Bir Hutu olan Bizimungo Ruanda Cumhuriyeti başkanlığına seçildi. Başkan yardımcısı ise bir Tutsi idi: Kagame. Hutular, Bizimungo’nun göstermelik başkan olduğunu düşünmekteydiler. Çünkü Ruanda Yurtsever Cephesi kurucularından olan Kagame’nin samimiyetine güvenmiyorlardı. Hutuların bu şüphesi doğru çıkacaktı. Birleşmiş Milletler’den ek barış gücü istendi. Tutsiler iktidara geçince, bu kez de Hutular mülteci durumuna düştüler. Yüz binlerce Hutu Ruanda’dan kaçtı. Bu kez, Tanzanya, Burundi ve Zaire’ye Hutu kitlesel göçü başladı. Temmuz 1994’te iki hafta içinde iki milyondan fazla Hutu, Ruanda’dan kaçmıştı. Göç edenler arasında aşırı Hutu liderleri ve Ruanda Ordusu generalleri vardı.
Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulması için araştırma yapılması süreci katliam esnasında BM Genel Sekreteri Butros Gali tarafından başlatılmıştı. Böyle bir mahkemenin kurulması için aslında bir hazırlığa ihtiyaç yoktu. Nitekim bu araştırma ve rapor hazırlanması süreci çok yavaş işledi.
Mahkeme ise ancak 18 Aralık 1994 tarihinde kurulabilmişti. Şubat 1995 tarihinde Ruanda’da yargı sistemi çalışmıyordu. Hapishaneler çok kalabalıktı.
Binlerce şüpheli duruşmaya çıkacağı günü bekliyordu. Nisan 1994’ten önce ülkede toplam 1100 yargıç vardı, katliam sonunda ise 100 yargıç kalmıştı.
Katliamdan önce ülkede 100 savcı vardı, katliam sonunda 12 yargıç kalmıştı.
Yargılama için eğitimli personel ihtiyacı vardı. İletişim ve haber alma sistemi tamamen tahrip olmuştu. Hapishanelerde ölümler başladı. Ağustos 1995’te hapishanelerde ölümler artan oranda artmaya başladı. Hapishane koşulları çok ilkeldi.
Ruanda Hükûmeti, Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulmasına karşı çıktı. Çünkü Mahkeme 1 Ocak 1994 ile 31 Aralık 1994 tarihleri arasındaki eylemleri incelemekle sınırlandırılmıştı. Ulusal Birlik Hükûmeti’nin tezi ise şöyleydi: ‘Hutu iktidarı, soykırım için örgütlenme faaliyetlerine 1990’da başladığı için, Mahkemenin 1994’ten önceki olayları kapsamaması, Mahkemenin amacına ulaşmasını sağlamayacak’ şeklindeydi.
Ruanda Ordusunun silahsızlandırılması başarılamamıştı. 1996’ya kadar silahsızlandırma çalışmaları devam etti. Ancak Ruanda Ordusu, Zaire ve Brundi’den Tutsi köylerine saldırı düzenlemekten vazgeçmemişti. Tutsileri öldürmeye devam ediyordu. Uluslararası toplum tuhaf bir ikilem içindeydi, bir yandan Hutular, uluslararası yardım kuruluşlarının katkıları ile besleniyorlardı, yani mültecilik statüleri iyileştirilmeye çalışılıyordu, ancak Hutular her fırsatta Ruanda’ya geçip, Tutsileri katledip, mülteci kamplarına geri dönüyorlardı.
(Prunier, 1999: 58)
Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi savcılığı ilk iddianamesini Mahkeme’nin kurulmasından yaklaşık bir yıl sonra, 22 Kasım 1995 tarihinde hazırlayabildi. İddianame’nin Mahkeme’ye sunulmasından sonra ilk duruşma Ocak 1997’de başlayabildi. Bu gecikmenin sebebi, uluslararası toplumun sınırlı iş birliği, parasal yetersizlikler, personel eksikliğiydi. Ayrıca, Mahkeme’nin Ruanda dışında, Tanzanya’nın başkenti Aruşa’da kurulması, soruşturma tanıklarının bir araya getirilmesinin zorluğu, delil toplamadaki güçlükler ve suçlulara ulaşmadaki sorunlar da bu gecikmenin sebepleri arasında sayılabilir.
Bu sorunlar, BM’yi, küçük rütbeli sanıkların ulusal mahkemelerde yargılanması kararı almaya itti. Mahkemede, bugüne kadar, uluslararası basına da yansıyan Akayesu, Kambanda, Rutanganda, Bagosora davalarının da arasında bulunduğu yaklaşık 30 dava görüldü. Mahkemenin önünde hâlâ dava dosyaları bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, davaların 2008 yılı sonunda bitmesi ve tüm çalışmaların 2010 yılında sonuçlandırılmasını planladı. Ancak binlerce belgenin incelenmesi, ayrıca katliam delilleri için keşfe gidilmesi vb. aşamalar düşünüldüğünde, davaların o zamana kadar nasıl sonuçlandırılabileceği merak konusudur. Bugün yargılamalar hâlen devam etmektedir. En son görülen davalardan bir tanesi katliam sırasında Ruanda’nın güneyinde yaşayan varlıklı ve nüfuzlu bir çiftçi olan Yusuf Munyakazi’nin davasıdır.
Mahkeme çalışmalarını yürütürken, Bizimungo başkanlığında ancak fiilen Tutsilerin ağırlıkta olduğu Hükûmet, yargılamayı iç ve dış politika malzemesi yapıyordu. Bu süreçte Belçika Tutsileri, Fransa ise Hutuları destekliyordu.
Belçika ve Fransa arasındaki etki alanı çekişmesi, Tutsi ve Hutular üzerinden yürüyordu. Başkan yardımcısı Kagame, 2000 yılında, Hutuların ona güvenmemesini haklı çıkaracak şekilde, Bizimungo’yu iktidardan uzaklaştırdı.
Bizimungo, Tutsi ağırlıklı Hükûmet’e eleştiriler yöneltince onu hapse attırdı.
Kagame, Bizimungo’nun yerine geçmişti. 2002 yılında Bizimungo, on beş yıl hapse mahkûm edildi. Kagame, bir anayasa hazırladı. 2003 yılında hem bu anayasanın referandumu hem de genel seçimler yapılacaktı. Seçimlerden hemen önce Kagame, tüm partileri kapattı. 2003 seçimleri yapıldı. Şaibeli gerçekleşen bu seçimler, Ruanda’nın ilk seçimiydi. Seçimlerden hemen sonra, başkan Kagame, anayasa değişikliğine gitti. Yeni değişikliğe göre, hiç kimse ‘Hutu’
veya ‘Tutsi’ farklılığını öne çıkarmayacaktı. Bir diğer deyişle herkes Ruandalı olacaktı. Fakat fiilen bu öyle olmadı. Ruanda Yurtsever Cephesi, Tutsiliği hâlâ kullanıyor, üstelik başkan Kagame de Tutsi ayrımcılığı yapmaya devam ediyordu.
7 Nisan 2004 tarihinde, Tutsilerin katliamının üzerinden on yıl geçmişti.
2004’te, Tutsi Hükûmet’i, 7 Nisan’ı ulusal yas günü ilan etti. Ayrıca, 7 Nisan’ın yas günü olarak anılmasına karar verildi. Yas gününde, katliama yönelik fotoğraflara dair sergiler, o günlere dair söyleşiler ve anı konuşmalarının yapıldığı etkinlikler düzenlenmesi öngörüldü. Kagame’nin görev süresi 2010 yılında dolacak. Bu arada Bizimungo’da bu yıl yani 2007’de serbest bırakıldı.
Yine yıl, 7 Nisan 2007 tarihinde Tutsilerin katledilişlerinin 13. yıl dönümü Ruanda’da çeşitli etkinliklerle anıldı. Geçtiğimiz Nisan ayında, söz konusu etkinliklerin bir parçası olarak Birleşmiş Milletler’in New York’taki merkezinde de katliama ilişkin bir sergi açılması planlanmıştı. Bu serginin açılmasına Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’deki daimî temsilcisi Büyükelçi Baki İlkin itiraz etti. Sebebi açıktı: Tutsilerin katledilişinin anılmasına yönelik sergiye, ABD’deki Ermeni lobisi müdahil olmuş ve Ruanda’daki katliam ile Ermeni Tehciri arasında bir paralellik olduğunu kanıtlamaya yönelik belge ve resimlerin de sergide yer almasını sağlamıştı. Büyükelçinin itirazından sonra Ermeniler sergide yer alacak fotoğraflardaki ifadeleri değiştirdiler. Mesela ‘Türkler Ermenileri öldürdüler’ yerine ‘Ermeni Tehciri Osmanlı Dönemi’nde gerçekleşti’ şeklinde ifadeler kullanıldı. ‘Hitler, Yahudileri katlederken, Türklerin Ermenileri katledişinden esinlenmiştir.’ ifadeleri kaldırıldı. Sergi 1 Mayıs 2007 tarihinde açıldı. Ermeni lobisi bu olayı da kullanmakta gecikmedi, uluslararası kamuoyunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ruanda’da yaşanan katliamın yas gününe gölge düşüren ülke olarak sunulmaya çalışıldı.
Türkiye, Ruanda katliamını lanetlemekten imtina eden bir ülkeymiş gibi propaganda yapılmaya çalışıldı ve hâlen yapılmakta.
Ruanda’da 6 Nisan 1994 tarihinde başlayan ve 100 gün süren, Tutsilerin katledilmesi eyleminde soykırım suçu gerçekleşmiştir. Etnik grup olan Tutsilerin varlığını devam ettirmek hakları ellerinden alınmıştır. Hutu Hükûmeti, Ruanda Ordusu ve milis güçleri katliam için yönlendirmiş, Ruanda radyosunda Tutsi karşıtı propaganda yapılmasını sağlamıştır. Böylece soykırım için gerekli olan kurucu irade ve kolektif irade şartları oluşmuştur. Mağdur olan Tutsilerdir. Eylemler, Tutsileri tümüyle yok etme amacına yönelik gerçekleştirilmiştir. Öldürme eyleminin tüm unsurları oluşmuştur. Öldürme
eylemleri, Hutu Hükûmeti tarafından tüm Ruanda’da planlanmış, bu plan doğrultusunda gerekli örgütlenmeler yapılmış ve plan uygulanmıştır. Plan, 1990 yılında hazırlanmıştır. Ölüm listeleri oluşturulmuş, ajanlık sistemi ile raporlar hazırlatılmıştır. Eylemler genel ve özel kast şartlarını karşılamaktadır. Hutu iktidarı, bilerek ve isteyerek, Tutsileri yok etmeye yönelik sistematik katliam yapmışlardır. Bu katliamların açık delilleri mevcuttur. Aşırı Hutu liderlerinin sözleri, radyo yayınları, Tutsileri öldürmek için hastane, okul, kiliselere saldırılar, Tutsi köylerine saldırılar vb. özel kastın delillerini oluşturmaktadır.
Hutuların, tüm bu eylemleri gerçekleştirmek için askerî zorunluluk ve zaruret vb. gibi sebepler öne sürmelerine imkân yoktur. Şu hâlde Ruanda’da 1994 yılında soykırım suçu işlenmiştir.